13,08,2021 Saat: 05:58.
Şarkı dinlerken öylesine düşünüyordum. Yine pek karamsarım. Gece uyanık kalıp sabah uyumak insana cidden iyi gelmiyor. Zaten öteki türlü bile günler şen şakrak geçmiyor. Her neyse. Babamın kaç kez evden kovduğunu düşündüm. Beni her kovmasında gittim ve bir süre sonra geri geldim. Kiminde ertesi gün geri döndüm, kiminde İbo'da kaldım, kiminde de İstanbul'da bile değildim. Hep geri döndüm. Şimdi düşünüyorum da onuruma nasıl yedirdim bu kadarını? İlk kez ne zaman ne sebepten kovdu, evden gidince ne yaptım onu bile hatırlamıyorum. Belki de zamanla alışmışımdır duruma ve bu nedenle de pek gurur meselesi yapmamışımdır. Şimdi evden kovsa bir daha geri döner miyim acaba?
Bilmiyorum belki sadece bir düşüncedir ama sanki evden herhangi bir sebeple ayrılsam ekmeğime yağ sürülmüş olur gibime geliyor. Kimseye haber vermem, arayanla güzel konuşur kapatırım, soranı geçiştiririm, yemem, içmem ve sonunda ne olur bakarım. Hem yapabilirmişim hem de yapmak istiyormuşum gibime geliyor.
Lisedeyken önemserdim, yerdim, gezerdim, okurdum, araştırırdım ve kendimi bununla överdim, spor yapardım, arkadaşlarımla vakit geçirmekten hoşlanırdım, kış da güzel gelirdi yağmur da, yine üşenirdim ama hep enerji bulurdum, geç kalmazdım, hızlı hareket ederdim hatta metroda yarışırdım bile. Bunlardan herhangi birini yerine getirebilmem için, hep eve dönmem gerekmiştir. Şimdi hangisi var bunların? Ne yazdıysam tek tek okuyayım ve bu durumları şu anın gözüyle değerlendireyim.
Yemekten başlamışım. Karnımın hep aç olmasından ve sanki tokmuşum gibi iştahsız olmamdandır büyük ihtimalle. Çok uzun zamandır iştahım yok. En iştahlı olduğum an bile sadece hayalini kurarken iştah kabartıcı oluyor. Önüme geldiğindeyse daha ilk lokmayı almadan yine o tokluk hissi bastırıyor.
Gezmek çok yorucu geliyor. Bir yerden öteki yere gitmek için toplu taşıma kullanmak tam bir işkence. İnsan hem fiziksel hem de ruhen yoruluyor. Toplu taşıma önceleri de hep bir işkenceydi; ama gitmek istediğim yeri düşününce tüy gibi hafiflerdi yüküm. Önceden hem tek gezmekten hem de arkadaşlarla gezmekten keyif alırdım. Kendi gezdiğim yerler tamamen baha ithaf ederdi, arkadaşlarıma pek uymazdı. Arkadaşlarımla gezdiğim yerler de sanki hepimize uyardı. O günlerdeki gibi gezip dinlenmek istiyorum ama...
Şimdi bakınca okumak, sanki hep son çare için kullandığım bir silahmış gibime geliyor. İlk okuma alışkanlıklarımı Sivas'ta kazandığımda, çevremde kitaptan ve topraktan başka bir şey yoktu. Lisede okurken yalnızdım. Okulda da yalnızdım yolda da. Ama tek sebebinin bu olmadığını biliyorum. Okumak da isterdim. Okumayı düşündükçe bir şevk, bir enerji gelirdi ve mani yoksa yapardım. Okumak istediğim şeyler de belliydi. Adı belli olmasa da çizgisi belliydi. Şimdilerde sanki kitaplarda yazanları biliyormuşum ve bildiğim şeyleri uzun, ve yorucu yollarla tekrarlıyormuşum gibime geliyor. Uzun ve meşakkatli olan kitap değil yazarın dili bu arda. Bilmediğimi bildiğim konularda ise iş daha da kötü: öğrenmek, dünyadaki her şeyden daha yorucu geliyor artık.
Bir üst paragrafın sonlarında yaptığım öğrenme değerlendirmemle, araştırma arasında pek de bir fark yok aslında. Yine de, araştırmak ve fırına ekmek almaya gitmeyi birbirine benzetebilirim. Ama öğrenmek, bunlardan çok üst düzey bir yoruculuğa sahip. Kendimi bununla överdimden kastım, böyle yapınca kendimi iyi hissederdim. Şimdi de tam tersi...
Spor yapmayı, önceden, hayatımdaki en zevk alarak yaptığım şey olarak değerlendirirdim. Artık spor ve kendi aramda bir bağ kuramıyorum. Sanki artık spor benim için değilmiş gibi hissediyorum. Ne güçlü olma isteği var artık içimde, ne iyi görünme, ne de sağlıklı olma.
Arkadaşlarımla vakit geçirme konusu tam bir işkence. Resmen her bir araya gelişimizde aynı şeyleri yapıyor ve aynı şeyleri konuşuyormuşuz gibime geliyor. Hatta gibi geliyor değil bildiğin öyle. Spesifik olarak konulara değinmeyeceğim çünkü konular genel olarak bir sarmal halinde. Para, ülke, insanlar, çevre, istekler, bunlar en belirgin başlıklar. Her birimiz bir başka konu üstünde daha çok duruyoruz. Ufuk para ve insanların şerefsizliği üzerinde dururken ben insanların onursuzlukları üzerinde duruyorum. Emre ise yine elde edemediklerinin derdinde :). Ama bu söylediklerim üçümüzün en hararetli konuştuğu konular. Yani aslında bunlardan hepimiz bahsediyoruz. Ama hepimiz aynı konu üzerinde aynı hararetle kalmıyoruz.
Mevsimlere karşı artık pek bir şey hissetmiyorum. Ama önceden çok sevdiğim yağmurdan şimdi nefret etme derecesine geldim. Sanki bir dengeleyici olarak değil de bir imtihan niyetine vermiş Allah bize. Yürürken üstümü ıslatır, havayı daha nemli yapar, insanları büzüş büzüş büzüştürür. Hele de o evsizleri.
Üşengeçliğimle ilgili bir sürü yazımın olduğunu hatırlar gibiyim. Eğer gerekli vurguyu yapamamışsam diye yine de şunu yazmış bulunayım: YAŞAMAYA ÜŞENİYORUM. Durumun özeti resmen bu.
Gideceğim yerlere ya erken ya da tam zamanında giderdim önceden. nasıl yapardım bilmiyorum ama yapardım. Şimdi evden zamanında çıksam bu bile bir başarı. Evden zamanında çıksam bile nedense yolculuğun süresini yanlış hesaplıyorum.
Şimdi dışarı çıkıp hızlı yürüsem acaba ilk nerem ağrır? Her şeyi geçtim, lan o kadar hızlı nasıl yürüyordum ben? Resmen bir haftalık enerjiyi 30 dakikada tüketiyordum. Böylesi daha yıkık ama daha iyiymiş gibi geliyor.
Şimdi bunları yazacağım dedim ve yazdım. Bunların daha yarısına gelmeden sıkıldım ve sandalyede yatar pozisyona geçtim. Ama bir kere yazacağım dedim diye yazdım.
Arkada şarkı dinlerken aklıma takıldı da: İnsanlar resimleri, romanları, masalları ve bunlar gibi aklıma gelmeyen daha nicesini, gerçek hayattan uzak olduğu için severler öyle değil mi? Gerçekliğin bokluğundan uzaklaştırır insanı bunlar. Peki bu severek dinlediğim müzikler ne böyle? Hadi sözsüzlerini anladık, gerçekle pek ilişkilendiremiyorum da hayal kurduruyor da vesaire. Lan bu sözlü şarkıları neden seviyorum o zaman. Acaba bir harmoni içinde olduğu için mi? Barış Özcan, beynimiz, dinlerken tamamlar şarkıları diyordu. Ama o zaman ya ben beyninim ilk kez dinlediğim şarkıları tamamlayabildiğinden bihaberim, ya da Barış Özcan yanılıyor. Ayıp ettin Barış Abi.
Saat: 06:55
Yorumlar
Yorum Gönder