24.12.2020 Perşembe. Saat:13:20.
Selam. Bu sefer sabaha karşı olan bir saatte yazmak yerine bu öğleden sonra saatinde yazıyorum çünkü: uyku düzenimi toparlamaya çalışıyorum. Bir süredir sabahlayarak düzeltme çabam başarısız oluyor çünkü biyolojik saatim boku yemiş durumda.
Neden yazıyorum: Mutsuzum, düşünceliyim ve yapacak bir şeyim yok. Yalnız hissediyorum. Geçmişe özlem duyuyorum. Dürüst ve kendine has kişiliklerin özlemini duyuyorum. Çocukken Sivas'ta tanıştığım insanlar gibi.Her gün gördüğüm, kopya kişilikler gibi değillerdi ve dürüstleri; yani kopya kişiliğin dışında olmak için bir role bürünmüyorlardı. Sadece öylelerdi. Kimisi öldü bu insanların. Kimisi kanser. Kimisi de aklını yaşlılığın eline bırakmış durumda. O insanları düşününce aklıma boz dağlar, yeşil çayırlar ve kocaman kavak ağaçları geliyor aklıma. Ne güzel şey insanları bu imgelerle hatırlamak. Bu imgeler aslında Sivas'a bağlı imgeler; ama aslında o kadar bağımsız, kendine özgü imgeler ki... Yani: İstanbul'da tanıdığım birini düşünürken aklıma gelen okul, sınıf, mahalle gibi değil. Celal Amca'yı aklıma getirince mesela aklıma sıradan kavak ağaçları ya da sıradan boz tepeler gelmiyor. Celal Amca geldiğinde aklıma: onların evinin hizasında bulunan, karınca kervanına benzettiğim sıra söğütler geliyor aklıma. Bir kez çıkmaya çalışıp da arkasında başka bir tepe sakladığını gördüğüm boz tepedeki sıra söğütler hani. Saklanan tepeyi görünce ve üzerine akşam ezanı da okununca gerisin geriye, hayalime ulaşamadan geri döndüğüm günün hayal kırıklığını nasıl unutabilirim? Bir de Ramazan'ın akşam ezanıydı bu akşam ezanı. Yani aç karınla o tepeyi koşarak tırmandığım değil, eve gelince azar işitmem değil, Hayal kırıklığını unutmuyorum. Peki o Celal Amca ne yapıyor şimdi? Akciğer kanseriymiş. Çok sigara içiyordu. Hala da bırakmamış. Celal Amca işte. Sertti. Ama daha çocuk olan benim kalbimi kırmamıştı. Oğlu vardı Yunus Ağabey. O da yıllar sonra tanımıştı bir keresinde beni. Ama o yıllar sonranın üstünden bile yıllar geçti. Cihan Amca da kanser olmuştu. Son halini hatırlıyorum değil mi.. Ağlamak isteyip de tutmuştun hani kendini. İyi ki tuttun. Ölüm döşeğindeki Cihan Amcama, acıklı da olsa, son kez gülümseyerek bakabilmiştim.
O insanların tanıdığı o küçük çocuğa ne oldu şimdi? Ne adam oldu ne de büsbütün yoldan çıktı. Peki ne durumda olduğunu anlatabilir mi o insanlara o çocuk? Kendisi anlayabilir mi? Geçmişine dönemiyor. Peki bırakıp gidebilir mi geçmişini? Geçmişini silebilsem bile silmezdim. Güzel zamanlardı. O zamanlar da giderse: çocukluğuma, saflığıma, dünyayı yeni yeni keşfetmeye başlamama dair bir şey kalmaz. Şimdiden sonrası üzerine inşa edeceğim gelecek de tamamen boktan ibaret olan, içi boş ceviz kabuğundan başka bir şey olmaz.
Hayalim yok. Tek isteğim de başıma iş çıkmaması. Herhangi bir iş, bir sorumluluk, bir yük, bir bunaltı istemiyorum. Biliyorum çok şey istiyorum. ama yapacak bir şeyim yok. İntihar, Allah tarafından yasaklanmış olmasa ne güzel olurdu. Kolaya kaçmak, korkaklık vs. Ne denirse desin kesinlikle her şeyin çözümü olurdu. Önüne gelen ilk terslikte. Uzatmadan. Düzeltemeye çalışmadan. Daha fazla üzülmeden. Arkanı düşünmeden. Sadece önündeki rahatlığa bakarak. Şimdi ise işler çok karmaşık bir durumda: İntihar edersen, seni bekleyen şey, huzurdan çok uzak. Etmiyorum. Şu an ne yapıyorum? Beni huzura kavuşturacak şeyler değil kesinlikle. Böyle devam edersem, beni bekleyen son, intiharın beklediği sondan farklı değil. Peki ileride düzelir miyim? Hiç sanmıyorum. O zaman neden aynı şekilde sonuçlanacağını bildiğim halde uzun ve meşakatli olan bu yolda yürümeye devam ediyorum? İçimde hala umut mu var? Sanmıyorum. Hissetmiyorum varsa bile. Umudun birazcık bile hissi olsa belki daha çekilebilir gelir bu düzen. Belki değişir bir şeyler. İçimi sadece karanlığın sardığını hissediyorum. Bir de arkada çalan Sentenced - Mourn var tabii. Şu şarkılar da olmasa hayat ne kadar çekilmez yer.
Yorumlar
Yorum Gönder