Odamdaki, içinde: 2 kutu kedi maması, kedi çantası, sabunlar, kısa süre önce aldığım klavye kutusu ve sanarsam babannemin kullanmadığımız tuvaletin giderini açmak için kullandığı dalın kullanılmamış yarısı olan balkonuma, çalışma masamdaki sandalyeyi koydum, sallama çayımı açtım ve oturdum.

  Odamın camı ve dolayısıyla balkonum batıya bakıyor. Güneş henüz doğmamıştı ama sabah ezanı okunalı 5 vey 7 dakika olmuştu bile. Gün doğumunu izleyemeyeceğimi biliyordum ama şehrin aydınlanmasını izleyebilirdim. 10 metre ötemdeki apartmanlar umrumda değil zaten. Hep göz önünde olan burun gibi: fark etmiyorsun bile.

  Oturup şarkımı açtım. Hangisiydi? Epica'dandı.Tides Of Time (kopya çektim). Çoktan unuttuğum güzel şarkı. Beğendiğim şarkıysa kötü bulmama pek ihtimal de yok zaten. İşime gelen tarafı ise o anki ruh halime güzel gitmesiydi.

  Zibilyona yakın düşünceden sonra yazmak isteği yine geldi. Düşüncelerden bahsetmeden geçemeyeceğim iki tanesini de yazmak isterim.

  Birincisi: (böyle zamanlarda düşünmezsem olmaz olan) Çağla idi. Çağla sevdiğimi düşündüğüm ilk kişi. Böyle durumlarda neden onu düşündüğümü bilmem ne kadar zaman önce fark ettim. Bitik hissettiğimde (ya da kendimi öyle hissettirdiğimde) onu düşünüyorum. Çözümün o olmasını istiyorum. Kısacası kolaya kaçıyorum. Aslında hiçbir şeyin çözümü değil.

  İkincisi: Arkadaşım Emre. Emre'yi çalan şarkılardan dolayı düşündüm. Finallerden sonra Ankaraya beraber dömüştük. Ne kadar hatırlamıyorum, (gün tutmadığım için) ama iki hafta kadar olduğunu düşünüyorum. Burada olduğu süre zarfı güzeldi. Kendi bitikliğim ve onun başına gelen bahtsız olaylar (ki bunlar adamın yaratılış özelliği gibi bir şey) olmasaydı daha da güzel olabilirdi. Ama daha güzeline gerek yok. Bu kendimi bok sokmanın ve orada kalmaya inat etmenin içinde güzel, güzeldi. Uyku düzenimiz vardı, sadece genele uymuyordu.- Havanın aydınlanmasına yakın yatardık. Bazen daha erken. Ben, daha erken yatmamızın sebebini gün ışığın görüp de moralimizi bozmamak istememize yoruyorum. Böyle aptalca bir şeyin sebebini  tabii ki de Emre'ye sormadım. Aklımdan geçen zibilyonik düşüncelerden birisi sadece.- ((sandalye götümü ağrıttı)) İstanbulda dışarıda yaptığımız gece gezerken konuşma seanslarımızı artık kısmen benim evimde yapıyorduk (onca sene kilometrelerce yolu saatlerce, bazen ara vererek, bazen deli sipmiş gibi durmadan yürüyünce bünye alışıyor tabii. He bu duruma, Emre'nin zamanında evde kısılı kaldığından dolayı evfobik olması da dahil.) Yemek olarak genellikle makarna ve yanına içecek bir şeyler... İkimizin de ilk kez yediği "uykuluk"da baya hoş bir keşifti bizim için. Bulaşık moralimizi bozuyordu ama şuanda kim sipler bulaşığı...

  --OH LA YATAĞA GEÇTİM DE GÖTÜM DİZİM RAHAT ETTİ--

  Benim de gördüğüm gibi, arkadaşım Emre için yazdığım yer, Çağla için yazdığım yerden çok daha fazla ve ayrıntılı. Bu da benim Çağlayı aslında çoktan gömdüğümü, sadece ara sıra canım sıkıldıkça çıkartıp kendimi bitirdiğim tezimi doğrular nitelikte. 

  NOT AMK: kendi tezimi kanıtlamak için böyle bir senaryo uydurmadım. Kimsenin okuyacağını sanmıyorum ama olur da öyle bir beyinsizlik yapan olursa diye de ekledim bu notumu. Belki ileride ben okuturum birine. Böyle bir manyaklığı neden yapayım onu da bilmiyorum ama.

  Yazmak güzel bir fikir olabilir. Kafamdan geçen 60 zibilyon düşünceyi yazmaya çalıştığında sadece 60 tanesi kalıyor gibi bir şey. (Yazarken aklına gelenler de var tabii hehehe) 

  Portakal soymuştum, elimde hala(bu yumuşatma işareti nerede amk bak delirtti. Neyse devam) kokusu var. Portakal kokusunu severim e tadını da güzel buluyorum ki soyup yedim. Ama eylemin çoktan bitmiş olması ve benim çoktan tatmin olmuş olmamdan sonra elimden hala(bak yine) kokusunu alıyor olmam, sanki yolunda olmayan bir şeylerin olduğu hissiyatını veriyor. Küçük kabuğumuzdan çıkınca içimizdeki pislik nasıl da uyanıyor. Bende oluyorsa diğer İNSANLARDA da oluyordur çünkü birbirimizin lacivertiyiz. Kendim ve insanlık hakkında farkına vardığımı düşündüğüm bu tip şeyler, olmayan yaşama motivasyonumun oluşmasının daha daha daha daha da önüne geçiyor. 

  Saat sabah 07.15. Uyumadığımdan gözlerim yine kuruyor ve sık sık göz kırpıp, kırptığımda da biraz kapalı tutuyorum. Necis(kedim) yine mal mal, kızdığımı bildiği hareketlerini sergiliyor. Eve gönüllü olarak akıl hastasını aldık söylenmeye hakkım yok. Ulan arkadaş yatağa geçtik de telefon çalışma masasında kaldı. Şarkılar otomatik geçip duruyor. Allah'tan beğendiğim şarkılar da, yaptığım işle alakasız olsa da dinleyebiliyorum.  

  Sürekli oturup durmaktan dizlerimi (özellikle sağ dizimi) burkuk tutunca ağrı geliyor. Birkaç sene önce aynı şikayetten doktora gittiydim MR sonucumu alıp da adam "Dizinde ödem var. Düz tut ve eklemlerinin güçlenmesi için bu kimyasal ek besin ilacı şeysinden al, geçer" dediydi. Arkadaş ne sefillik çekiyor bu vücudum. Allah'a söyleniyor gibi hissediyorum ama aslında öyle değil. Ne kadar güçlü ve atik olduğumu biliyiorum. Ayrıca ne derece sağlıklı olduğumu da. Söylendiğim şey biraz yeme alışkanlığım ve bu konudaki bilgi eksikliğim. Aslında bilgi eksikliğimin olduğu konu besin değerleri. Bana ne gerekli, neler bu gerekli şeyleri içinde barındırır gibi soruların cevabı bende yok. Et var işte içinde protein, Sebze meyveler vitamin, lifin ne halta yaradığını öğreneli birkaç sene oldu; onun dışında hangi vitamin ne işe yarar, lifli yiyecekler nelerdir, bunlardan bihaberim. D vitamini var işte kemiğe iyi, C vitamini Gribin tecavüzcüsü, K vitamini gece körlüğünü engelliyor, bu kadar. Tuhaf tuhaf işler.

  Belki yazarsam boş yapmaktan vazgeçerim diye düşündüm az önce ama galiba boş yapma yeteneğimi geliştiriyorum. Lan belki çok geliştirirsem o da işime yarar??? Ya da vazgeçtim, boş yapmak işime yarasa da ancak boş bir işte işime yarar. Politikacı, bankacı, çağrı merkezi çalışanı ya da kahvede kalifiyeli elaman falan olurum en fazla. Aslında ülkedeki herkes boş yapıyor ama boş konuşmanın marifet kabul edildiği yerler olarak buralar geldi aklıma.

  Güzel şarkılar çalıyor.

  Sadece aklımdan geçen düşüncelerin bir kısmını yazıyorum. 0 ilerlerme kaydettiğini hissetme, 0 kendini geliştirme. Ulan harbiden de boş limitimi arttırıyorum. Aykut Elmas'ın boş ile ilgili videosu ve Allah'ın sapkınlığını arttırdığı insanlar geliyor aklıma. Bence konuya gayet de uyuyor. Zaten BENCE. Kesinlikle öznel benzetmeler yaptım ama bazıları var ki öznel şeyler bile kendilerine uymuyorsa "HAYIR" diyebiliyorlar. Bunu yapanlardan biri de İbrahim Ağabey'dir. Çok severim kendisini de işte böyle özellikleri yoruyor beni. Eminim benim de onu yorduğum (sürekli kendimi gömmem, aptal şeyleri dert edinmem, kendime verdiğim sözleri tutmamam, sorumluluklarımı yerine getirmemem, ...) şeyler de vardır. Ama yine eminim ki o bunların bazısına da "Yok oğlum ne alaka" diyecektir :D. 

  Vallahi sol koluma ağrı girdi ve ayak bileklerim açıkta oldukları için bir üşüme sardı oralardan. O üşüme de yavaştan ağrıya dönüşecek biliyorum. Bu sebeplerden, yazmayı bırakmam gerktiğini düşünüyorum (her ne kadar hoşuma gidiyor olsa da) ((SarıyoRR, SARRRDI)).

Yorumlar

Popüler Yayınlar